ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

Öğrenilmiş Çaresizlik tabirini daha önce duyanlarınız vardır eminim. Özetle, bir konuda elinden bir şey gelmeyeceğine kendini inandırmış birinin, yapabilecek gücü olsa dahi kendini olaylara ve şartlara teslim etmesi diyebiliriz. Çaresizliği öğrenmiş, artık hiçbir çaresi olmadığına kani olmuş ve bunu kabullenmiş. Hani bir deney vardı, filin ayağına zincir bağlıyorlar ve bir kafesin içinde. Çıkmak için her çabaladığında zincir ona engel oluyor ve bir süre sonra fil, bu engel yüzünden buradan çıkamayacağını öğrenmiş oluyor. Yani artık çaresiz! Deneyi yapanlar bir süre sonra zincirleri ayağından çıkarıyorlar ama fil bu kez kaçmak için çabalamıyor. Çünkü öğrendi artık hiçbir çaresinin olmadığını. Güç artık elinde olsa da, kabullendiği bir “çaresizlik” var ve teslim olmuş oluyor şartlara.

İşte bunun gibi hayatın içinde deneyimlediğimiz örneklerle dolu etrafımız. Bunun en bariz örneğini okul sürecinde yaşıyoruz. Çocuk okula başladığında, öğretmeni ile ilgili bir sorun yaşayıp bunu bize bildirdiğinde, ne yapacağımızı şaşırıyoruz. “Ne yapabilirim ki” diyoruz hemen, gücümüzün, elimizdeki imkanların farkında değiliz. Önceden tecrübe etmişiz çünkü, öğretmen bizi döverken, hakaret edip bağırırken, ailemiz “o öğretmendir, sever de döver de” demiş, hatta okulların açıldığı ilk gün öğretmene “eti sizin kemiği bizim hocam” demiştir. Artık koskoca yetişkinler olsak da, öğretmene diş bilenemeyeceğini çok küçük yaşlarda bilinçaltımıza kazıdığımız için çaresizmişiz gibi davranıyoruz. Öğretmene gidip konuşsak “çocuğa takar mı acaba?” diyoruz. Müdüre söylesek “tabi hemen kendi öğretmenini desteleyecek, bizim arkamızda durmayacak” diyoruz. Milli Eğitim’e kadar gidip şikâyet etmeyi de, sürecin uzayacağını düşünerek gereksiz ve yorucu bulup denemiyoruz bile. Aramızda istisnalar olsa da çoğumuzun takındığı tutum bu maalesef.

Oysa biz bu çocukları büyütürken üzerine titremiyor muyuz? Aman psikolojileri bozulmasın diye kitaplar okuyor, seminerlere katılıyor, programlar dinliyoruz. Buradan bile onlarca sayfa takip ediyoruz. Yeri geliyor, kendi kendimizi yiyoruz da onların psikolojileri için sabrediyoruz. Ve biri gelip bizim bütün bu çabamızı yerle yeksan ediyor. Evet bu kadar basit oluyor bu iş. “Hemen bir olayla bozulur mu nasıl bir psikoloji o!” demeyin. Bir öğrencim sırf 1.sınıftaki öğretmeninin tutumu yüzünden kekemelik yaşamış bir süre. Bir başkasının eğitim hayatının kalanı sıkıntılı ve depresif geçmiş sırf bu ilkokul öğretmenlerinin davranışlarından sebep. Daha sonraki eğitim sürecinde bunca etkilenmiyor olabilirler ama ilkokul çok önemli. Çünkü birden bire sizden başka biriyle vakit geçirmeye başlıyorlar ve onun otoritesini tanımak zorunda bırakılıyorlar. Hatta bizden çok öğretmeni görüyor belki işi saate vurursak. Ve bu çocuk, bir başkası karşısında bu denli savunmasız, korumasız kaldığını fark ederse, bu çocuk istismarı değil midir? Daha büyük istismarların önünü açmaz mı bu?

Geçen yıl büyük oğlan, “güzel yazmadığım için öğretmen kağıdımı yırttı” dediğinde, şok oldum. Bir öğretmen 30 çocuğun içinde birini nasıl böyle rencide edebilir? Tabi ki sonraki süreçte, öğretmeni arayıp olayın tahlilini yapıp, sorunu hallettik. Ama bir çocuğu incitecek en ufacık olayda bile arkasında olmalı, sesimizi çıkarmalıyız. Çaresiz değiliz, çocuğumuz da değil. Kendi içimizdeki bu öğrenilmiş çaresizliği çocuğumuza da aktarırsak genetik bir hastalık gibi, dünya hiç değişmeyecek. Zaten değişmiyor da…

Bu çocuk bizim ve eti de kemiği de kendisinde kalsın mümkünse. Öğretmen, çocuğa bir şeyler öğretmek için oradadır, ve öğrettiği şey “çaresizlik” olmamalıdır…

 

(Önemli bir not: Çocuğumuzun ne yaşadığını bilmemiz için, onun gelip bize anlatması gerekiyor tabi. İşin bir de bu boyutu var. O yüzden çocuğa arkasında ve destekçisi olduğumuzu her daim hissettirmemiz gerekiyor.)

Yorum bırakın