Cehalet Mazeret mi?

Bir gün oğlan okuldan geldi, elinde paketli zararlı gıdalardan biri. Bütün arkadaşlar okulda böyle şeyler yiyorlar, benim de canım çekti aldım bir tane, dedi.

Ne kadar zararlıdır kim bilir, içindekileri okudun mu? Diye sordum.

Bilerek okumadım boş ver, okusam yiyemeyeceğim, en iyisi okumadım, keyifle de yedim, dedi.

İnsan doğasını öyle güzel anlattı ki bu birkaç cümle ile. Gerçeğin ta kendisinin orada yazılı olduğunu bildiği halde, bu bilginin kendisine getireceği sorumluluktan kaçtı; nefsinin isteklerini bu “gerçeğin bilgisi” yüzünden yerine getiremeyeceğini bildiğinden, görmezden geldi. Neyin doğru ve yanlış olduğunu biliyor, kendisinin yanlış olanı tercih ettiğinin farkında ve bu seçim ile sadece nefsi bir tatmin elde etmiş oldu. Kısa vadeli bir haz. O yediklerinin vücuduna uzun vadede verdiği zararı düşününce, ne yanlış, ne zararlı bir al-ver dengesi.

Ve bu seçim dolayısıyla başına olumsuz bir şey gelirse, ne “bilmiyordum” diyebilir, ne de o üretici firmayı suçlayabilir. Adamlar demez mi: “Biz yazdık kardeşim işte içinde ne varsa. Ona göre tercihini yapsaydın. Sorumluluk almayız biz!” diye…

Ah insan…

Rabbin sana bir Kitap gönderdi. Bunu, senin cinsinden olan birisi aracılığıyla yaptı aleyhisselam. Senin için ne faydalı, ne zararlı, senden ne bekleniyor, neyi yapman, neyden kaçınman isteniyor, hepsi yazıldı içinde. Ve sen, bu bilginin sana getireceği sorumluluktan kaçtın. Cehaleti mutluluk saydın. Oysa din, cehaleti mazeret kabul etmez. Bilmiyordum, deme lüksün olacak mı gerçekten?

Kuran okumayı bir ibadet saydı da insanoğlu, içinde ne yazdığını okumaya eli varmadı. Kendisine ne emrediliyor, bunu öğrenmekten kaçındı. Bazen kulağına çalındı bir şeyler. Faiz haram, dendi mesela. Ama o evi faizsiz alamayacaktı. Duymazdan gelmek en iyisi olacaktı. Yaa demek haram! Öyleyse ben bu dine tabi olan biri olarak, dinim bana tam olarak neyi yasaklamış öğreneyim, demedi.

Anlatma anlatma, dedi din konuşan birileri görünce. Sen de konuyu hep dine getiriyorsun, diye susturdu mesela. Başörtülüleri etrafta görmek istemedi, çünkü gözlerini kapatmaya ve unutmaya çalıştığı gerçekleri gözüne gözüne sokuyordu bu kılık kıyafet. Hele sakallı cübbeliler! Asr-ı saadetten fırlamış gibiydiler.

Ahiretten bahsedilmesine tahammülü olmazdı bazen de. Ölüm hakikati, duymayı en son isteyeceği şeydi. Oysa kendi yakınını kaybetmese de, doğada her daim bir ölüm-doğum döngüsü olduğunu görebiliyordu. Ama kendini oyaladığı o dünya koşturmacası içinde, ölümü hatırına getirmemeye çabalıyordu. Tam da böyle bir anda sen de kalkıp ona Cennet var, Cehennem var, diyorsun. Olacak iş değil!…

Küçük bir çocuk suç işlediğinde, yapmaması gereken bir şey yaptığında, senin için çok önemli bir belgenin üzerine resmini icra ettiğinde farz-ı muhal, kızamazsın. Küçüktür, aklı o kadarına eriyordur, hayat tecrübesi o kadardır, daha önce bir yerlerden öğrenmiş değildir ne doğru ne yanlış ve dahi öğrenme şansı da olmamıştır. Hem okuma yazma bilmez, hem öğretmek istesen yaşı yetmez. Uyarırsın, onun cehaleti, onun suçunu örtecek bir mazeret olur.

Sen ah insan… Ne o çocuk gibi küçüksün, ne aklı noksan ve hesaptan kurtulmuş bir kulsun. Senin ruhun yaratıldığında Rabbin senden söz almıştı zaten. Sen de “Bela, şehidna!” demiştin. Bütün hücrelerinde var olan bir kod senin: Rabbin Allah, dinin İslam, Peygamberin Muhammed aleyhisselam! Sen bütün bu gerçeğe sırtını dönsen de, ayın on dördü gibi parlıyor işte. Devekuşu misali, kafanı toprağa gömdüğünde ne görünmez olursun, ne sen o kumun altında zifiri karanlıktasın diye, güneşin ışığını kesebilirsin.

Öyleyse ne yapmalı? Oku, diye başlayan Rabbin sana emretti. Oku! Kainat kitabını oku. Nasıl canlanıyor doğada her şey bak baharın gelişiyle. Bunu göz ardı edebilir misin? Bunca nimeti senin için Yaratan, seni başıboş mu bırakacaktı gerçekten? O zaman bunca güzelliğin, iyiliğin, fenalığın, kötülüğün ne manası olurdu? Nasıl amel edeceğini görmeyi diledi. Ve nasıl amel etmen gerektiğinin tüm şifrelerini sana gönderdi. Rabbin sana zulmetmedi, ama şüphesiz ki sen kendi nefsine zulmettin. Bu şifreler, içi altın dolu bir kasanın şifreleri olsaydı ve filan yerde aşılması zor bir mekanda gizli olsaydı, onun için canını bile tehlikeye atmaktan kaçınmazdın. Tüm maceralı yollardan geçer, denizler dağlar aşar, o şifrelere ulaşırdın. Ne için? Sadece birkaç gün faydasını görebileceğin birkaç parça altın için. Geçici olan, bugün sana fayda verse, yarın senin için hiçbir anlam ifade etmeyecek bir dünyalık için.

Rabbin sana içi altınlar, ipekler, altından ırmaklar akan köşkler dolu cennetleri vadediyor ve şifreleri Kuran’a apaçık bir şekilde yerleştirmiş. Üstelik o şifrelere ulaşmak için öyle çetrefilli yollar aşmana bile gerek yok. Fakat sen yüz çeviriyorsun öyle mi? O zaman Kuran diliyle veyl olsun, denmez mi sana? Bu nasıl bir akıl tutulması? …

Tüm her şeyi bir anda öğrenmeliyim o zaman, zannına kapılıp nefsine zulmetme. Sonra ye’se düşürür şeytan. Zaten her daim pusuda bekliyor bilirsin. Bu kadar şeyi ben nasıl öğreneceğim, ben de ne kadar cahilim, benim bunlara ömrüm bile yetmez. Deme! Başla, hemen şimdi hala nefes alıyorken başla. Kuran’ı anlamını bilerek, anlayarak oku. Rabbinin sana emrettiği temel farzları öğrenerek ve yerine getirerek başla. Namaz kılan birçok insan gördüm zaten, biliyorum nasıl kılındığını, deme. Onu da oku. Nasıl örtünmen gerektiğini falana filana bakarak değil, doğrudan Rabbinin emrine bakarak öğren. Bu yolun yolcusu ol, Rabbinden hakkıyla korkanlar bilir ki Rabbimin Rahmeti, Azabını kuşatmıştır. O Rahman ve Rahim olandır. Kullarını asla terk etmez, son nefese kadar fırsat sunar onlara.

Sen de bu fırsatı iyi değerlendir öyleyse. Milyarlarca insan, dünyada O’ndan gafil yaşıyorken, O, Kendi’ni sana tanıtmış, bu boşuna mı? Sen bu nimeti nasıl elinin tersiyle iteceksin? İman ettiğini iddia ettiğin Zat’ı ve senden istediklerini ömrün boyunca öğrenme çabası içinde ol. Ol ki cennette, bir mecliste adı geçtiğinde elini kalbine götürüp salavat getirdiğin o Peygamber (s.a.v.) ile komşu ol…

Rabbimiz, göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa bizi nefsimizle baş başa bırakma. Şeytanın adımlarına uydurma… Seni hakkıyla tanımayı, Sana hakkıyla kulluk edebilmeyi bize nasip eyle… Âmin…

Yorum bırakın