Deprem…

Beşinci gün… Her zaman kelimeler uçuşur zihnime her olayda. Kitap okurken, bir yandan yazarım zihnimde her cümlenin bana açtığı yepyeni kelimeleri. Biriyle konuşmak bile yazı konusudur benim için. Gece, kelimeler geçer gözlerim önünden de uyuyamam. Beş gündür kelimeler bile kaçıyor benden. Ne yazacaksın ki, diyorum. Bu acıyı anlatacak kalem de yok, kelime de…Sonra can dostumla konuşuyoruz. Herkes kendi elinden geleni yapıyor, Allah ne yetenek ne imkan verdiyse. Senin de yeteneğin yazmak, yazsana! Diyor. Hani o uçuşup duran kelimelerini asıl böyle bir günde yakala da dök kağıda.

Yazmak önce insanın kendini sağaltan bir şey, bilirim. Ne çok gözyaşlarıyla yazdığım yazılarım oldu, ardından kalbimi ferahlatan. Neyi yazayım, nereden başlayayım bilemedim. Acılarımı, dedim, yazayım. Heh ben de aynen böyle hissediyorum, diyecek onlarca insan için. Çünkü ben yazmadım, okumadım ve kendimi kapattığım dünyada herkes böyle mi hissediyor, bana bir şeyler mi oluyor anlayamadım. Gördüm sonra, “insan yemek yerken bile utanır mı? Ben utanıyorum” diyenleri. Böyle günde oturup yazı yazıp bir de bunları yayınlamak mı? Boş, anlamsız ve riya gibi geliyordu. Hislerimi içimde yaşamak, ruhumu kanırta kanırta ortalıkta dolaşmak, daha insancıl geliyordu. Kaç gündür gülmüyorum, kahkaha hiç atmadım. Duyguları dışa vurmanın bu saatten sonra kime ne faydası vardı sahi? Ama bu zamana kadar hep yazmadık mı her koşulda? Birlikte ağlayıp, birlikte ferahlamadık mı? Ah Rabbim, sen bizi feraha çıkar…

Benim bildiğim şey  yazmak. Devam ediyorum öyleyse…

Bedeni taşıyorum sadece bir boşluk gibi. İnsan ruh ve cesetten ibarettir ya hani, ruhu çekilmiş bir ceset gibi dolanıyorum ortalıkta. İçimi sıkan, daraltan bir his… Olur ya bazen, kötü bir şey olacakmış gibi bir his… Diyorum ki sonra ruhuma kalbime ve aklıma: Kötü bir şey oldu zaten! Çok kötü bir şey oldu, bir felaket! Durul artık sen de; yas tutma zamanı şimdi evet, tut yasını, ağla ağla ağla secdelerde, bir tek Rabbimiz var zaten, sığın O’na.

İlk üç gün hiç ağlayamadım bile. Öyle donuk, bomboş. Yiyorsun, yemeğin tadı yok; su içiyorsun, yine aynı tatsız. Sürekli bir uyku ihtiyacı, saatlerce uyusam geçmiyor. Kronik bütün hastalıklarım aynı anda bedenime saldırdı, ilaçsız duramıyorum. İlaç uyku yapıyor, uyanınca bütün gerçekler üşüşüyor ruhuma. Ah kalbim! Tekrar gözler kapanıyor, ah o gözler! Hiç açılamıyor. Modern psikoloji buna “depresyon” der, anneannem olsaydı rahmetli “canın mı sıklat gine kızım?” derdi. Ah anneannem, dizine yatar teskin olurdum olsaydın şimdi. Korkma kızım hepsi Allah’tan, derdin. Korkmuyorum ki anneanne, ürpermiyor ruhum. Acıyor, kanıyor, yanıyor. Acı bile dedi ki geçen gün bana: “Ben bile böylesini görmedim”. Acının, halimize acıdığı bir ACI! Var sen hesap et.

Belki de uykumun arasında aldığım için ilk “deprem oluyor” haberini, kâbusta sanıyorum kendimi uzun zamandır. Türkiye’de çok büyük deprem oldu, yıkılıyor her yer! Şok halini atlatmak uzun sürdü. Sanki bir film gibi, yok yok, kıyamet kopuyor ama sırayla olacak gibi. Oradan başladı, haritada yıka yıka gelecek gibi. Böyle söyleyince, korkuyorum mu sandın? Korku yok içimde, sana yemin edebilirim. En nihayetinde olanla ölene çare yok, demişler. Ve tevekkül konusunda iyiyimdir şükür ki Yaratan’a.

Ama her ruhun bir acı kaldırma kapasitesi var. Annesin, 5 evladın, hala seninle beslenen bir bebeğin var. Yaşanılan acılara karşı kurduğun empati muazzam! Artık empati kurmuyorsun, empatinin kendisi olmuşsun. Modern psikoloji buna “empat” der, Peygamberim (s.a.v.) olsaydı “Müminler birbirinin acısını hissetmede bir vücudun azaları gibidir” derdi. Ah Peygamberim. Ne acılar çekti şu dünya hayatında. Ölürken bile ağrıdan sancıdan boncuk boncuk terler dökülüyordu alnından. Evlatlarının biri hariç, hepsini yaşarken verdi toprağa. Fakat birisi vardı ki, küçücüktü daha. İbrahim. Atasının adını vermişti ona. “Ahh İbrahim, senin vefatınla çok mahzunuz” dedi sakalları ıslanana kadar ağlarken. Karşısındaki dağa bakıp şöyle dedi sonra: Ey dağ! Bendeki bu acı sende olsaydı, yıkılıp giderdin. Fakat biz Allah’ın bize emrettiğini söyleriz. “Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na dönücüleriz.”

İman etmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu hep idrak ederdim de, şu günlerde şükrüm de hamdım da artıyor. Yoksa böylesi bir felaket karşısında delirmemek işten değil. Neyse ki biliyorsun, ayağına batan ufacık bir diken kadar basitten tut da bu yaşadığımız koca felakete kadar her şey, müminin günahlarının dökülmesine kefaret. Halis Hoca’yı dinliyorum sonra. Diyor ki: Bu dünyada yaşadığımız, yaşayacağımız hiçbir kötü durum, ahirette yaşanacak olan kadar kötü olamaz. SubhanAllah. Hani sahabenin birisi demişti “başka hiçbir dua bilmesem bu dua bana yeter”: Rabbimiz bize bu dünyada bir iyilik ver, ahirette de bir iyilik ver ve ateşin azabından koru. Belki sarhoş ölen vardı, belki zina etmiş halde geceleyen, Rabbini inkar ederek ahirete göçen. Ürperiyorum işte bunları düşününce. Hem dünyada hem ahirette azabı tatmak gibi. Ahirette hüsrana uğrayanlardan eyleme Allah’ım bizi, diye dualar ediyorum. Ne yapacaksın peki o amel defterini sağ tarafından almak için. Sadece dua mı edeceksin? Namaz kılmıyorsan hemen başla, bir vakit bile erteleme, bak ölüm ertelemiyor. Tesettüre girmedin, bu deprem de sana bir ikaz değilse daha neyi bekliyorsun? Hadi bismillah. O enkazdan sağ çıkamayan sen de olabilirdin. Farz amellerin hepsini yapıyoruz elhamdülillah mı? o zaman gece uykudan fedakarlık yapıp iki rekat namaz mı kılsak? Beş dakikasını feda edemediğimiz o uykuda geldi felaket!

Ah diyorum sonra Rabbim, hidayet ne güzel şey ve sen dilediğine verirsin. Enkaz altından çıkarılmaya çalışılırken Kuran ayetleri okuyan da var, en sevdiği şarkıcının şarkısını açtıran da. Herkesin gönlü neyle teskin oluyorsa… Sen bizim gönlümüzü Seninle ve Kelamınla teskin olanlardan eyle, diyorum sonra. Amin. İşte korkum burada başlıyor. Böylesi bir uyarıya rağmen aklını başına almayan insanoğlu, ebediyen cehennemde olacağını bildiği halde geri adım atmayan iblis. Bunlardan eyleme bizleri. Korktuklarımızdan emin kıl. Bir kez kalplerimiz Sana ve dinine yönelmişken, bizleri tekrar küfre döndürme, ayaklarımızı dinin üzere sabit kıl. Amin.

Bütün ailesini enkaz altında kaybetmiş ve kucağında cansız yavrusuyla bir baba, Elhamdulillah ala külli hal, diyordu. Her halimize hamd olsun. Bizde bu iman gücü yok Rabbim, sen onun sabrını artır, bizim de imanımızı. Halis Hoca diyordu ki: “Rabbimiz verdiğinde nimetleri, ferah içinde yaşıyorduk. Bazen eksiltir, bazen çoğaltır. Verdiğinde iyiydi de, vermediğinde asi mi olacağız?” Ben sadece şahit oldum, yaşamadım. Ne depremi hissettim, ne bir yakınımı kaybettim. Tuzu kuru konuşmak kolay bana değil mi? Sınanmadığımız acı üzerinden ne desek boş gibi. Ama öyle değil, din nasihattir buyurdu Peygamberim(s.a.v.). Bugünde birbirimizi dinleyecek, birbirimize anlatacağız. Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz ya hani, kaç gün kaldığını bilmediğimiz şu dünyada başımıza gelen musibetlere, felaketlere sabredemeyip isyan edersek, esas yurdu ıskalarız. Ahireti diyorum yani. Bu dünya geçip gidecek, ama orası bizim asıl yurdumuz. Orayı kazanmaya çalışmak, buranın geçici olduğunu her an zihinde hazır tutmakla mümkün. Allah’ım sen göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa, nefsimizle bizi baş başa bırakma.

Dördüncü günde şoktan çıkıp yas’a geçebildim ben ancak. Uzun zamandır ağlayamadığım için kendime kızıyordum. Sahi ben neden ağlayamıyordum? Anladın mı şimdi! Ayağındaki çorapları sürekli çıkarıyor bizim minik. Her seferinde yeniden çorap giydirmeye çalışırken ağlıyorum. Yan dairemiz boşaldı, alt komşumuz evde yok günlerdir, üst katımız zaten yok, en üstte biz oturuyoruz. Ev bir soğuk, tam da kışa denk geldi! Evdeki bütün battaniyeleri çıkardım, birini altlarına seriyorum ki çarşaf soğuk olur tenlerine değmesin, birini üstlerine (yorganın da altına!). Bebeğe çift battaniye örtüyorum ağlayarak. Sanki o battaniyenin birisi, başka birinin hakkıydı da biz gasp ettik gibi bir vicdan azabı. Çekmecede petibör bulmuş dört numara. Anne çaya batırıp yiyelim, diyor. Ağlıyorum. Cebinde o petibörü taşıyan amca, gözümün önünden gitmiyor. Abur cubur yedirmezsin normalde di mi kuzum! Yiyin canına yandığımın dünyasında, yiyin. Ah amcam, evlatlarına vermek için yiyememiş bile, enkazdan çıkınca onlara vereceğim, diye ağlıyor. O çaresizliğin içindeki umuda bak. Beş numara muzu gösterip istiyor. Kabuklarını soyup eline veriyorum, kenarında küçücük bir siyahlık görüyorum. Çürük gibi. Ağlıyorum. Cuma çıkışı camide lokma dağıtmışlar, büyük oğlan sevinerek eve koşuyor. Bizim ufaklıklar çok sever lokmayı. Onlar lokma yiyor, ben onlara bakıp ağlıyorum, “anne sen de yiyecek misin” diyorlar. Bir yerlerde ölen çocukların lokmasını, başka bir yerde benim çocuklarım yiyor. Ben anayım, nasıl yiyeyim o lokmaları? Hayatın acımasızlığı çarpıyor tokat gibi ruhuma. Böyle, diyorum hayat, döngü böyle.

“Anne sana ne oldu böyle, diyor büyük oğlan. Sanki yarın ölecekmiş gibi davranıyorsun. Öyle bir şey yok di mi? Yani bir hastalığın filan?” Nasıl davranıyorum ki oğlum? “Çok sakinsin, sofrada çayları döktüler, hiç tepki vermedin.” Sakinlik teskin olmaktan gelir, sükun bulmuş bir kalbim de ruhum da yok evlat, onun adı donukluk. Bir şeylerin dökülmesi, bende müthiş bir tetiklenmeye sebep olur, aşırı tepki veririm, patolojik bir vakayım yani. Su bile dökülse, öfkeden kudurtur beni. Ama heyhat! Bir bezle siliyorsun geçiyor, makineye atıyorsun yıkanıyor. Bunu defalarca kendime söylerdim. İkna olmazdı zihnim, yorgundu zira sürekli bir şeyleri toparlamaktan, tamir etmekten, yapmaktan, yapıcı olmaktan. Sen ne yaşadın ki kuzum, ne yaşadın sen! Noktasına geldi şükür.

Doktor Rabia yazmış, yaşamasa da haberlerle şahit olanlar, ciddi travma yaşayabilir, neticede yaşayan tek yönlü yaşıyor, ama takip edenler onlarcasını görüyor. İşitme engellinin videosu mu dersin, yaşlısı, genci, çocuğu mu dersin, göçük altında doğum yapanı, annesinin saçı avucunda çıkan birkaç günlük bebeği, tüm ailem enkazın altında diye dışarıda çırpınan insanları… Hepsine birden şahit olan bir yürek acıya dayanır mı? Şımarıklık yapıyor diye kızıyordum ruhuma. İnsanlar bizzat yaşadı, sana ne oluyor da hayat durmuş gibi davranıyorsun, kalk da silkelen artık! Diye. Rabia hocama şükranlarımı sunuyorum, gayet insani bir duygu yaşadığımı, ve şükür ki hala İNSAN olduğumu idrak ettim tekrar. Bu şımarıklık filan olamaz. Binlerce insanın yaşadığı pek çok acının hepsini aynı anda hissetmeye çalışmak demek. Hepsine ayrı ayrı üzülmek, yas tutmak, ağlamak demek.

Hiçbir şey yapamıyor olmanın verdiği utanç, acı, öfke de yoruyor ruhumu. Enkaz altından çıkan bebeklerden birini alalım mı, diyorum büyük oğlana. Hem süt kardeş olacağınız için namahremlik durumu da olmayacak. Gözleri doluyor. Onun yerine kendimi koyduğum zaman, alalım kesinlikle diyorum. Yetimhanelerde büyümek yerine, böyle bir ailede büyümeyi tercih ederdim. Ama kendim olarak bakınca, biz zaten beş kardeşiz ve ben bir tane daha çocuk istemiyorum, diyor. Vicdanına yük bindirdim gece gece çocuğun iyi mi? Hadi birlikte şimdi de buna ağlayalım…

Adana’dan haber geliyor bir hastaneden. Gönüllü anneler aranıyormuş bebeklere, çocuklara hastanede bakacak. Ahh yanıyor içim. Çocuk gelişimciler öncelikliymiş. Hem alaylı hem mektepliyim, gidiversem, kaç çocuğa dokunurum, sarıp sarmalarım diyorum. Elden bir şey gelmiyor oluşu, başkaca acıtıyor içini insanın.

Evlatlarımın yüzüne bile bakamadım birkaç gün. Oysa böyle durumlarda ölümü hatırlar, daha çok öper koklarım onları. Bu farklıydı ama, utanç duyuyordum her seferinde. Gece yatırırken, sizi çok seviyorum diyerek sarılıp öpüp koklayıp yatırdım. Bunu yapamayan analar adına, anasını babasını kaybetmiş çocuklar adına bir daha ağladım. Üç numara kartopu oynamak istiyordu. Kaç gündür yalvarıyor çocuk. Havanın soğuğunu, karın o kadar da çok olmadığını bahane ederek oyaladım hep. Ağladı, belki bir daha kar hiç yağmaz, ben aylarca bugünü bekledim, dedi. Gel len gel! Gidelim kartopu oynayalım seninle. Sen bana at karları, ben ağlayayım karda kışta enkaz altında kalanlara, canını zor kurtarıp sokağa kendini atabilen ve o karda aç susuz bekleyenlere, enkaz altında kalan yakınları için akıttıkları gözyaşları kar yağışlarına karışanlara. İnsan kartopu oynarken bile ağlar mıymış? Ben o gün ağladım.

Ağladım, ağladık ve daha ne kadar ağlayacağız belli değil. Gözyaşlarımızı idareli kullanamayız. Gözyaşının israfı olmaz. Ama sözlerimizi idareli kullanalım. Duaya saklayalım kelimeleri, isyana değil! Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz ya hani, O’na dönerken razı olacağı şekilde dönebilmek için, biz şimdi O’nun bize verdiği her şeye razı olmalıyız. Hatırlayamadığımız binlerce günahın altında kalan ruhumuz vardı bizim, enkaz altında kalan bedenlerimizden önce. Belki bu enkaz, o günahların yükünü çekip alır üzerimizden. Sabreder, mükâfatını Allah’tan beklersek, Allah bize bunun böyle olacağını garantiledi. Bir musibeti bir kişi yaşar, onlarca kişi ders çıkarır, ibret alır. Bu felaketi on binlerce kişi yaşadı, milyonlarca kişi ibret almalı. Ölümden korkmuyoruz, öldükten sonramızın garantisi olmadığı için korkuyoruz. Bilemiyoruz cennet mi cehennem mi varacağımız yer. Allah için amellerimizi çoğaltıp, O’ndan hakkıyla korkar isek, Kuran ve sünnetin bize gösterdiği yoldan gidersek, günahlarımıza her gün her an tevbe edersek, Rabbimiz bize zulmedici değildir. Aksine O, çok merhamet eden, her şeyi hakkıyla Bilendir. Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz buyuran Peygamber(s.a.v.)’imizin sözünü, elinde tesbihiyle teheccüdde depreme yakalanmış amca göstermedi mi bize?

Deprem sonrası bir de korku var değil mi pek çoğumuzun içinde? Yaşayanların her an tekrar olacak gibi tetikte olduğu, gece gözlerini bile kapayamadığını biliyorum ah! Bir de hiç yaşamayanların içine düşen şüphe, korku. İstanbul depremi geliyor! deyip duruyor haberler. Ne zaman olacağını elbette Allah bilir, fakat bilimin bize sunduğu gerçekler de var. Hani hamile bir kadın görürsün, bilirsin ki bu doğum yapacak. Bunu söylemek kehanet mi? Yok ya Hu ne alakası var, düpedüz gerçek! Ama o kadın tam olarak ne zaman doğum yapacak gün ve saat olarak, sezeryan mı normal mi, bebek ölü mü diri mi doğacak? Bunların hepsi bize gayb. Rabbimin yanında aşikâr bilgiler. Tıpkı buna benzetiyorum. Deprem olacak bilimsel verilerin gösterdiği kadarıyla. Ne zaman ne şiddette nasıl olur, Allah bilir. Nelere sebep olur Allah bilir. Hamile bir kadın, nasıl ki bebeğini korumak ve sağlıklı bir doğum yapmak için tedbir noktasında elinden geleni yapıp Allah’a tevekkül ediyorsa, biz de öyle yapacağız. Bu korkuyu, kaygıya ve fobiye dönüştürmeden yaşayacağız. Rabbim dilemeden bir yaprak bile kıpırdamaz, biliyoruz. Elimizden gelen bir şey varsa yapacağız. Her an ölüm gelecek korkusu, bizi Rabbimize yakınlaştırmıyorsa ruhumuz için bir felaket, ama O’na daha çok sığınmamız, daha çok dayanmamız için bizi teşvik ediyorsa bir nimet. Hayatımızı sorguladık hepimiz, dedik ki kim bilir onlar da ne hayallerle uyudular gece. Ne planları vardı. Tul-i emeli bırakmayı öğrendik. Uzun vadeli hesapları unutmayı. Küs yatmamayı öğrendik hiçbir sevdiğimizle, kalp kırmamayı. Başkalarının ne dediği ne koduğu ile uğraşarak geçireceğimiz zamanı, daha hayırlı işlerle doldurmayı öğrendik. Bunu öğrenemeyenler var mı? Elbette var! Şimdi var, sonra da olacak. Yardım ederken bile kendi reklamını yapma peşinde olanlar var mesela. Nasıl rahatsız ediyor insanı değil mi? Sponsorlu gönderi olarak düşüyor önüme, şaşkınlıktan bakakalıyorum. Aman olsun, herkes amelinin hesabını bana değil Allah’a verecek. Yeter ki yardım gitsin de o insanlara, yeter ki onların onuru korunarak iletilsin ki bu yardımlar, herkesin ameli niyetine göre karşılık bulacak. İnsanlara dilenci muamelesi yapmasınlar yeter ki, onlar fakir fukara değildi, bir gecede muhtaç duruma düştü. Tıpkı bizim de olabileceğimiz gibi. Bu da imtihanın ayrı bir parçası. Alan el olmak çok acıdır, bunu tecrübe etmiş biri olarak söyleyebilirim ki bu yazıyı okuyan ve alan el konumunda olan kardeşlerim varsa, utanmayın. Verenler sadece aracı! Esas mülkün sahibi ve size onların ulaşmasını dileyen Allah! Onları sadece vesile kılıyor, bizi vesile kılıyor. Kula teşekkür ama Allah’a şükür. Bunu güzellikle yapanlar Allah’ın rızasını kazanıp imtihandan başarıyla geçecek, insanları rencide ederek yapanlar hesabını Allah’a verecek. Siz gönlünüzü ferah tutun. Rabbim günleri insanlar arasında çevirip durur ve her nefs yaşattığını yaşar, bu dünya ya da ahirette…

Deprem…” için 5 yorum

  1. Ne denir bilmiyorum kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerdeyiz. Depremi yaşamadık ama şahit olduk, arkadaşlarımıza ulaşmaya iyi haber almaya çalıştık. Çok canımız yandı yanıyor da hala. Nasıl atlatırız bilemiyorum. Ölenler gitti şehit oldu kurtuldu inşallah diyorum ya kalanlar, onların bizim imtihanımız daha zor. Rabbim imtihanı geçebilmeyi nasip etsin.

    Beğen

  2. Ne güzel yazmışsınız. Hepimiz hemen hemen aynı duygularla boğuşuyoruz günlerdir. Benim de 11 yaşındaki oğlum anne ağlama sen ağlarsan ben de ağlarım diyor. Ben onun yanında ağlamamaya çalışıyorum. Gizli gizli ağlıyorum. Yemek yaparken utanıyorum, yatağa yatarken utanıyorum. Bugün alışverişe gittik. Ondan da utandım. Elimden gelen bu. Dua, tesbih, zikir..Rabbim yaşadığımız bu afeti hem onların hem bizim günahlarımıza kefaret eylesin. Razı olmayacağı amellerden cümlemizi uzak eylesin. Söz çok. Gönül yorgun. Selametle..

    Beğen

  3. İlk iki gün bende hep uyudum.Öğleni kıldım ,İkindiye kadar uyudum,ikindiyi kıldımakşama kadar uyudum.Sonra uyuduğumdan utandım.Dördüncü gün yas bastı içimi.Yüzümün halini görseniz.konuşmak bile istemiyorum kimseyle.Her yaptığım şey için empati kuruyorum,onlar ne yapıyo diye.Ne yapçaz şimdi?Nasıl iyileşçez.Biz hayatın akışına kapılcaz ömrümüz varsa.Peki onlar ne yapçak.O kadar insan nereye sığıncak .

    Beğen

  4. Ablacım aldın bir de sen vurdun yerden yere, uzaklarda bizi bile uyandırıp ayağa diken deprem kim bilir onları nasıl salladı. Giden gitti, kalanlara büyük dersler var. Depremzedelere ayrı dersler, siyasetçilere ayrı, esnafa, müteahhide ayrı ayrı… Fakat tüm bunların ötesinde ölümün ansızın geleceğini bildiği halde gafletten uyanmayan biz miskinlere topyekûn bir ders veriyor. Ders alan var mı?

    Beğen

  5. Allah razı olsun .Herkes aynı duygular içerisinde.Rabbim ölenlerimize şehitlik mertebesini nasip etsin ,kalanlarımızın yüreğini ferahlatsın .bizlere bu olayın hikmetini ,inceliklerini idrak edebilmeyi nasip etsin .
    Rabbim hepimizi korktuğumuzdan emin ,umduğumuza Nail eylesin…

    Beğen

Yorum bırakın