Mutlu Olmak, Mutlu Etmek

Çok yağmur yağıyordu dışarıda, rüzgar da esiyordu; hava dışarı çıkılacak gibi değildi. Oysa sabahki planlarına göre eşi işten gelince markete gideceklerdi. Adam telefon etti akşam üzeri. “Markete siz gelmeyin, hava çok soğuk ve yağmurlu; çocuklar da çıkmasın bu havada. İhtiyaç listesini sen bana yaz, ben alayım ne lazımsa” dedi. Ne yani tabi alacaktı, evin erkeği(!) o olduğuna göre, marketi de görecekti,ihtiyaçları da alacaktı. Oysa çok sevindi kadın; çünkü bardağın baktığı tarafı doluydu. Sevinmişti; çünkü eş/baba, onu/onları düşünmüştü. Mutluluk bu kadar basitti işte. Seni düşündüğünü, senin için yaptığını bildiğin bir “markete gelmeyin” cümlesinde saklıydı.

Bayram sabahı mahalledeki çoğu evde kapıya gelen çocuklara vermek için alınmış en ucuzundan şekerler, eve gelen misafirlere ikram için alınmış en pahalı çikolatalar vardı. Her bastıkları zilde ellerine tutuşturulmuş o -kendi çocuklarına vermeye çekindikleri-ucuz, bayat şekerler. Oysa bu evin sahibesi farklı bir şey düşünmüştü bayram çocuklarını sevindirmek için, kapıya gelen her çocuğa bir lira verecekti. 1 LİRA. Keşke olsa da, beş-on verseydi ama biliyordu ki mutluluk bu bir liranın içinde de saklı olabilirdi anlayana. Çocuklar ise anlardı nasılsa mutluluğu nerede bulacaklarını. Kapıya gelen çocuklar belki hayatlarında ilk defa hiç tanımadıkları ve “bayramınız kutlu olsun” dedikleri bir kadından bayram harçlığı almışlardı. Gözlerinin ta içi parladı çocukların. “Benim 10 liram vardı 11 oldu” diye sevinçle anlatıyorlardı birbirlerine. Mutluluk bu kadar basitti işte. Onları düşündüğünü, onlar için yaptığını bildikleri bir “Bir lira”nın içinde saklıydı.

Eşin eve geldiğinde elinde bir çiçekle mutlu oluyorsun.(şimdi “yoo ben olmuyorum” diye geçirdiysen içinden, sen de eşin eve neyle geldiğinde mutlu oluyorsan onu koy o çiçeğin yerine.Çoğu kadın sever de o yüzden ben genelleme yapıyorum.) Parktan koparmış ya da satın almış önemsiz senin için. Bugün canım yemek yapmak istemiyor dediğinde, “dışarıda yiyelim, dışarıdan söyleyelim, ben yapayım, bir makarna da olsa yeriz” ve türevi cümleler duyunca mutlu oluyorsun. Aslında mutluluk öyle basit ki, biz hep olmayana takınca, bardağa boş taraftan bakınca mutsuz oluyoruz. Oysa mutsuz olmak daha zor olmalı idi Allah’ın verdiği bunca nimete bakınca. Ve Rabbinin nimetlerini saymakla bitiremezken üstelik…

Ve çocuklar…Mutlu olmayı onlardan öğrenmeliyiz. Ne kadar basit şeylerle nasıl da mutlu olunabileceğinin en güzel kanıtı onlar. Bir pamuk şeker alıyorsun, dili pembeleşince, yanaklarına yapışınca nasıl da mutlu oluyorlar. Parka götürüyorsun, kaydıraktan kayarken salıncakta sallanırken dünyada ondan mutlusu yok. Bir boş tuvalet kağıdı rulosundan araba yapıyorsun, oynuyor sevinçle. Her akşam bir hikaye okurken, masal anlatırken annenin nefesi ile uykuya dalmanın huzurunu yaşıyorlar.

Ama “Şimdiki çocuklar hiçbir şeyle mutlu olmuyor, çok doyumsuz” diyorsan, bir aynaya bakmalısın. Sen ne kadar mutlu oluyorsun elindekilerle, ne kadar yetiniyorsun? Çocuk bizi gözlemler ve rol model alır diyoruz ya, bak bakalım ne kadar yansıtıyorsun bunu çocuğa? İşte şimdiki çocuk dediğimiz o çocuk iki sebepten öyle mutsuz ve doyumsuz: Her istediğini kolayca elde edince, anne-babanın mutluluk kavramını görünce. Sofraya konan sadece bir çorba ve bir taze ekmek ise, siz bunu büyük bir iştahla gülümseyerek ve şükrederek yiyorsanız, çocuk mutlu olmayı öğrenir. Sofraya bir kuzu çevirip koysanız yanında en güzel mezelerle, somurtarak ve “tuzu baharatı eksik” diye söylenerek yerseniz, çocuk mutsuz olmayı öğrenir. Oysa, sofraya konan bir yemeğe burun kıvırdığında “bunu bulamayan var” gerçeğini söylemek gerekirdi çocuğa. Böylece yemek için şükretmeyi mutlu olmayı öğrenirdi. Oyuncak bebeğinin kolu koptu diye ağlıyor ve yenisini istiyorsa, hayatında hiç buna sahip olmayan çocukların varlığını bilmeli ve mutlu olabilmeli şükrederek..

Mutlu olmak kadar mutlu etmek de önemlidir. Çocuklara satın alma ile değil, onlarla vakit geçirme ile, kahvaltıya ya da aksam yemeğine istedikleri bir yemeği hazırlama ile, onlara değer verip onların fikir/düşüncelerini dinleme ile mutlu olunacağını öğretmek ve onları böylece mutlu etmek gerekir. Hani bir söz vardır, mutlu anneler mutlu çocuk yetiştirir diye. Bulaşıcıdır da bu mutluluk gülümseme gibi. Biz nasıl ki beklenti içindeyiz, eşlerin gözünün içine bakıyoruz ufacık bir hareket bekliyoruz mutluluk için ve onu bulunca da mutlu oluyoruz. Çocuklarımız da bizim gözümüzün içine bakıyorlar, süpürgeyi bi kapatsa da benimle oynasa diye, havanın soğukluğunu bahane etmese de bizi dışarı çıkarsa diye. Mutlu olmanın yollarını aradığımız kadar, mutlu etmenin yollarını da arasak keşke…

Allah’ın verdiğine de vermediğine de şükürler olsun diyebilsek…..

 

 

Neden Okulsuz Eğitim?

:”Onlara da hak veriyorum ve aslında ben çocuklar için üzülüyorum. Sizi burada beş-altı saat bu sıralarda oturtsam durabilir misiniz? Biz bu çocukları hem bu sıralarda saatlerce oturtuyor, hem susturuyor, hem de dikkatlerini bir konu üzerine toplamaya çalışıyoruz.”

“Çocuklar bazen geliyor eve gelen bir misafiri anlatıyor, birisi annesinin doğum günü olacakmış haftaya ondan bahsediyor. Anlıyorum sevinçlerini benimle paylaşmak istiyorlar ama her birine söz hakkı versem 32 kişi, ben nasıl ders işleyeyim”

“Yaş grubu olarak küçükler. 4+4+4 sistemi ile çocukları 60. ayından itibaren okula gönderiyorsunuz ama bu çocuklara zulüm oluyor. Birinci sınıf daha kolayca geçse de, ikinci sınıfın müfredatı ağır olduğu için çocuklar çok zorlanıyor.Bakıyorum çok sıkılıyorlar, ama benim de yetiştirmem gereken bir müfredat var. Bazen sırf bu yüzden resim dersi, oyun ve fiziksel aktivite gibi dersleri yetişmeyen konular için kullanmak zorunda kalıyorum. Sistem hem bize çocuklara haftada 4-6 saat oyun oynatın çok sıkmayın diyor, hem verdikleri müfredat ile öyle bir sıkıştırıyor ki yetiştirmek için o oyun saatlerinden çalmak zorunda kalıyoruz. ”

Bunlar bir ilkokul öğretmeninin dilinden dökülen cümleler…

Aslında biliyorum bunların üzerine hiçbir söz eklememe gerek yok…

12yilzorunluegitim_2Çocuklarımızı küçücük yaşlardan itibaren fıtratlarına çok zıt bir sistem olan okullara göndermiyoruz aslında,onları oraya hapsediyoruz. Şimdi uzun uzun okulsuzluğu anlatacak değilim, okula göndermezsek ne yapalım’a da girmeyeceğim. Bunlar çok derin konular ve bu yazı için çok çok uzun mevzular. Burada değinmek istediğim şey, bir öğretmenin bakış açısı ile okulsuzluk fikrimizi ne denli desteklediğini göstermek. Ve çocuklarımızı okula gönderiyorsak, en azından çocuk olduklarını unutmadan davranmak gerek onlara. Okulda çöp atmaya giderken seke seke gidiyorsa, şımarıklığından değildir o, parkta oynaması gereken bir saatte ve yaşta sıralara üniformalara, suskunluğa hapsetmeye çalıştığımız içindir mesela. Öğretmen bilemiyorsa bile nasıl tepki vereceğini, biz yüklenmeyelim ve gerekirse öğretmenlerle konuşalım bu meseleleri…

Bir de veliler…korkunç durumdalar… Sırf bu bile bir çocuğu okula göndermeme sebebi olabilir. Okulda işlenen ders yetmiyor gibi, eve verilen birkaç sayfa ödevi yetersiz görüyor ve kaynak kitap diye çıldırıyorlar. Toplantıda veliler,  çocuklarına kitap okutturamadıklarından bahsettiler ve öğretmenden ceza vermesini istediler. Evet yanlış duymadınız. Evde çocuğuna kitap okutamıyor. Kendi kıt aklıyla çocuğu üzerinde kuramadığı disiplini öğretmenden bekliyor. Okumayana ceza verin diyor. Öğretmen “ben aslında çok ceza verme taraftarı değilim ama tamam o zaman, kitabını okuyamayan teneffüste kitap okusun” diyor. Yapılması gereken bir işin/eylemin/ödevin yapılmaması karşılığında ceza olarak aynı işin/eylemin/ödevin verilmesi korkunçluğu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir yerde okumuştum. Şöyle diyordu: “Biz yazı yazmayı sevmeyen bir nesiliz çünkü, yaramazlık yaptığımızda “elli kere bu cümleyi defterine yaz” diye ceza veriyorlardı. Ceza olumsuz bir şeydir. Yazı ya da okumak ceza olarak verilir mi?” 

Yani nerden baksan tutarsızlık,nerden baksan ahmakça! Başımız belada…

(Bu arada Peygamber ve sahabi dönemini ve  hulefa-i raşidin dönemini iyice araştırırsanız, günümüzdeki gibi bir okul mantığının asla olmadığını görebilirsiniz. Bunu özellikle İslami referans olması açısından yazıyorum.)

 

Yasaklamak mı Açıklamak mı?

Babam der ki “İnsan bir sene önceki aklını beğenmiyor”. Bu sözü en çok anneliğe yakıştırıyorum. Hani hep tükürdüğümüzü yalamaktan bahsediyoruz; yapmam dediklerimizi yaptığımız gibi, doğru bulduğumuz ve zamanında yaptığımız şeylerden de vazgeçtiğimiz oluyor. Çünkü, değişmeyen tek şey, değişimin ta kendisi! Annelikten önce çoğumuzun bu konuda komşu bebesi sevmekten daha iyi bir tecrübesi varsa, o da evde küçük kardeşin olması idi sanırım. Bu nedenle elimize hastane odasında bir bebek tutuşturduklarında gerçekle yüz yüze gelmenin şoku ile ne yapacağımızı şaşırdık. Annelerimizi beğenmiyoruz çünkü onlar geçmişte kaldı; kitapları okuyoruz, pedagogları ve bebek doktorlarını dinliyoruz, çünkü moda onlar ve kesin onlar çağa hitap ediyor. Zamanla-ki bu zamanın çocuğun büyümesi ile değil çocuk sayısının artması ile alakası var kesinlikle- teori ile pratiği ayırt etmeye başlıyoruz ve doğru bildiğimiz davranışların aslında öyle olmasa da olabileceğini farklı metotları olduğunu görüyoruz. Bu biraz da, çocukların karakterlerinin farklı olduğunu anlamamızla ortaya çıkıyor. Biz aynı kişiyiz ama karşımızda-benim için- üç farklı karakter var. Ne yapacağız? İşte böylece tek tiplikten, tek doğruluktan ayrılıp işin teoriğini pratiğe dökmeye başlıyoruz. Bu uzun girizgahı neden yaptım? (Bir konuya doğrudan odaklanamayıp dallandırıp budaklandırdığının farkında yazar burada!)

Eskiden çocukların sihirli, büyülü çizgi filmler izlemeleri noktasında çok katı bir tutumum var idi. Benimkilerden yaşça büyük çocuğu olup bu konuda dikkat etmeyen annelerin çocuklarının oyun esnasında ve gerçekte de konuşma ve düşüncelerini görünce,bu konudaki katılığım yerini buza bıraktı. Müslüman bir çocuğun hayal dünyasının böyle kirlenmesine, bir şeyleri Allah’ın dilemesiyle değil, bir değnek bir kaş-göz işareti ile yapabileceklerine inanmalarına, sihir gibi Allah’ın haram kıldığı(ki hatta büyük günah) olan bir mefhumu böyle basitleştirmelerine prim vermemek adına asla izletmedim. Ama alttan alta da her zaman her şeyin Allah’ın dilemesi ile olduğunu ve yoktan var edenin Allah olduğunu anlatıyordum. Ve eve 3 senede bir kardeş gelmesinin bu kavramı anlamalarında da çok büyük etkisi oldu. Zira o karında bebek yoktu, birdenbire oluverdi!

Fark ettim ki, biz bu çocukları fanusta yetiştirmiyoruz. Evin içinde ne kadar sakınırsanız sakının, dış dünya diye bir yer var ve malesef görüştüğünüz insanlar kendiniz gibi olduğunu düşündüğünüz insanlar olsa bile, aynı hassasiyetlere sahip olmayabiliyor. Çocuk okulda duymasa, siz misafir anne ile muhabbet ederken misafir çocuk içeride cadı kazanı kaynatabiliyor! Okulda arkadaşı “elimdeki silgiyi bak nasıl yok edeceğim” deyip illüzyon gösterisi yapabiliyor. Ve aynı çocuk saf saf size gelip “nasıl yaptı bunu gerçekten de yok etti!” diyebiliyor. Bu nedenle yasaklamak mı açıklamak mı? sorusunun üzerinde uzunca düşünüp, bazı durumlara müspet çerçevede çocuk ile birlikte izleyerek/konuşarak/dinleyerek açıklık getirmenin daha doğru olduğu kanısına vardım.

Çocuklarla birkaç bölüm bu tarz çizgi filmler izleyerek durumu izah ettim. Sonra ellerine sopa verip istediklerini yapmalarını ve tabi ki yapamayacaklarını söyledim ve yine -daha önce dediğim gibi hep anlattığım için kolay oldu-Allah’tan başkasının yoktan var edemeyeceğini ya da var olan koşulu değiştiremeyeceğini anlattım. Bizim silahımızın dua olduğundan ve duanın Allah tarafından kabul olunarak dileklerin ancak yerine getirilebileceğinden de…(dua kavramını da nasıl anlattık di mi? Tamam, başka yazı konusu söz!. Yazar kaç tane yazı için söz verdiğini bile şuan unutmuş durumda:( )

Bir de illüzyonlar. Onların da altlarında yatan hileleri anlatan çok güzel videolar var seyrediyoruz ve aslında nasıl olduğunu, tamamen bir kandırmaca olduğunu anlıyorlar. (Bu tür derin açıklamalar üzerine daha çok yedi yaşla giriyorum yalnız, kızçe bu kadar derin sorgulamıyor şu an zaten, sanırım yaşla alakalı bir de ortamla. Oğlanın daha çok gündeminde bu aralar).

Yine de hala o tür çizgi filmler seyretmelerine izin vermiyorum; fakat şimdi neden izin vermediğimi biliyorlar. Mesela keloğlan masalları (trt’deki) izlettirmiyordum, yaşınıza uygun değil deyip geçiştiriyordum. Şimdi artık biliyorlar sebebini ve izlemek de istemiyorlar. Bu yasaklamak mı açıklamak  mı konusunu sirk gösterisine gitmek istediğinde de yapmıştım. Okuldan sirk için ücretsiz bilet dağıtmışlar ve neden sirke gitmediğimizi açıkladıktan sonra, bileti verilen sirk gösterisi ile ilgili birkaç video bulup seyrettirdim ki merakı törpülensin.

Birçok konuya uyarlanabilecek bir konu bu. Merak duygularının önüne geçmemek ve yasaklarken açıklayarak yapmak gerekir diye düşünüyorum. Mantıklarına yatan şeyleri kabul etmeleri de çok kolay oluyor. He bazen mantıklarına uymuyor olabilir ama o kadar da olsun. Hayat…

Bir Ayet Bir Hikaye

Çocuğunu İslami bir şuur ile yetiştirmek isteyen Müslüman annelerin en büyük sorusu, nereden ve nasıl başlamalı oluyor dini bilgiler anlatma hususunda. Bunun da birçok konu gibi çocuk sordukça ve merak ettikçe açıklanması gerektiğini düşünüyorum. Fakat bazı noktalar var ki, genellenebilir sanırım. Mesela küçük yaşlarda soyut kavramlara girmemek gibi, Allah sevgisinin korkunun önüne geçirilmesi gibi, akide konularını sonraya bırakıp, çocuğun ilk olarak ahlaki değerler ile tanıştırılması gibi.(Bu konuların hepsi ayrı ayrı yazı olarak gelecek inşaAllah.)

Kuran meali okumaya bu anlamda çocuklarla küçük yaşlarda başlanabilir. Kuran’da güzel ahlaka yönelik çok ayet yer aldığına göre,bunları çocukların anlayacağı şekilde açıklayarak okuyabilir, “Bakın Rabbimiz bizden ne istiyor? Güzel ahlaklı olmak için neler yapmalıymışız?” gibi sorularla okumamızı renklendirebiliriz. Nasıl yapacağını tam olarak bilemeyen anneler için de sağolsun çocuk kitabı yazarları ve yayınevleri işimizi kolaylaştırmış. Çocuk kitaplarını çok sık tanıtmıyorum farkındaysanız; bundan sonra inşaAllah her hafta mutlaka yer vermeye çalışacağım. Lakin her tanıtımda söylediğim gibi yine söylüyorum. Piyasada çok fazla yayın var. Üstelik şimdi dini yayınevlerinin de hepsinin aynı minvalde kitapları var. Ama hikaye kalitesi, görsellerin dikkat çekebilmesi, kağıdın kalitesi gibi konularla bazıları diğerlerine açık ara fark atıyor diye düşünüyorum. Bazıları piyasada var olmak için alana girmiş gibi, pedagojik arka plandan yoksun ve hikayelemenin çocuklara uygun olmadığını düşündürtüyor insana.

kurandan-bir-ayet-ve-hayatin-icinden-bir-hikaye_avatar_orjAyetlerle hikayeler yoluyla çocuklara ahlaki değerleri vermeye çalışan da pek çok kitap var. Bizim elimizde şu an sadece Nar Çocuk’un Bir Ayet Bir Hikaye kitabı bulunduğu için bu yazı karşılaştırmalı bir yazı olamayacak. Sadece bu kitap üzerinden söyleyeceğim. Çocukların Kurandaki ahlaki değerleri hikayeler yoluyla öğrenmesini amaçlayan bu kitapta, kurgulanan hikayeler çocukları konunun içine çekebilme noktasında gayet başarılı. Ayetler ile örtüşüyor; lakin ayetler pek bir uzun. Daha kısa ayetlere yer verilse, çocuklar ayeti ezberlemiş de olur aynı zamanda çünkü. Hadislerle Öğreniyorum serisini daha önce tanıtmıştım hatırlarsanız.(Buradan okuyabilirsiniz.) Oradaki hadisler öyle kısa ki çocuklar ezberlemişlerdi. Ayetlerin uzunluğunu göz ardı edersek, cilt olması ve kuşe kağıt olması da çocukları cezbeden önemli noktalardan özellikle okul öncesi dönem için. Kaç yaş için okunmalı sorusuna cevap vermiyorum biliyorsunuz ama biz 7 ve 4,5 yaş olarak okuyoruz. Hikayeler biraz kısa kısa olduğu için daha küçük yaş gruplarına da rahatlıkla hitap eder gibi geliyor bana. Zira bizimkiler bir tane hikaye okuyunca “bu çok az oldu” diyorlar.

Çocuklara piyasadaki en meşhur kitapları almanın peşine düşmeyelim. O en meşhur ve aynı zamanda en pahalı kitapların vereceği mesajları İslami bir şuur ile verebilen ve bizim için bu açıdan daha tercih edilebilir olan çok fazla kitap var. Ben bu iki tür üzerinde çocuklarımıza kitap almak gerektiğini düşünüyorum. Hayal dünyalarına yönelik masallar(ki bu masalların içeriğini iyi incelemek gerekiyor özellikle okul öncesi dönem için) ve İslami bakış açısı sunan kitaplar. Yani hikaye bile okuyacaksa çocuk içinden İslama uygun bir ahlak ve bilgi öğrenebilsin isterim. En meşhurların da kütüphanelerde olanlarını alıp, o yönlerini de öyle zenginleştirmek gerekiyor. Çünkü malesef burda biraz söylediğime zıt gibi görünecek ama, muhafazakar yayınevlerinin kurgu ve hayal gücü konusunda biraz geri kalan yanları da var gibi geliyor. Yine de Timaş Çocuk’ta özellikle bu alanda çok başarılı çalışmalar olduğunu fark ettim.(Ama bu kitap Nar Çocuk’tan, tekrar hatırlatayım.)

Gün Dönümleri

Kuran ayetleri şüphesiz ki belli bir olay üzerine, bir şahsı ya da olayı konu edinerek ve yine belirli bir vakitte indirilmiş olsa da, Kuranı oraya hapsetmek onun evrenselliğine zeval getirir. Bu nedenle Kuran okurken insan kendi durumuna göre ayetlere manalar yüklüyor. Daha önce özetlediğim Fıtrat Pedagojisi kitabında da sizin okurken aklınızca o yöne koymadığınız ayetler vardı. Misal; seslerin en çirkini eşeğin sesidir diyen ayeti düşünerek çocuklarımıza bağırmayalım mesajı veriyordu yazar.

Bizim evin minik oğlanı abla diyerek peşinde dolaşıyor kızçenin. Elinden tutup evin içinde dolanıyor, peşini bırakmıyor ve ondan uzaklaşırsa abla diye ağlıyor. Oysa çok çekti kızın elinden ve öyle ki ondan çok soğuyacağını ve abla-kardeş ilişkilerinin bozuk olacağını düşünür, endişe ederdim. Dün onların o halini görünce “Allah’ım, sen günleri gerçekten de insanlar arasında döndürüp duruyorsun” dedim kendi kendime. Sonra buradan geçmişe gidip çocuk eğitimine dair öğrendiklerimi ve tecrübe ettiklerimi düşündüm…

Çocuk bir gün yediğini diğer gün yemeyebiliyor. Ağzına meyve koymayan çocuk biraz büyüdüğünde meyve canavarı olabiliyor. İki yaş sendromunda çıldıran ve anne-babayı çıldırtan çocuk üç yaşa doğru uysallaşıp değişiyor. Uyku düzeni edinemeyen ve uykusuz gecelerden dolayı annenin halusinasyon bile görmesine sebep olabilen o bebek/çocuk, rahatça uykuya dalan ve deliksiz uyuyan biri olabiliyor. Çoğaltın örnekleri zevkler, davranışlar ve karakterler üzerine.

“Biz o günleri, insanlar arasında döndürür dururuz” diye buyuruyor Rabbimiz Ali İmran suresi 140.ayette. Evet belki Uhud savaşı ile ilgili, belki zafer ve yenilgi kazanmak üzerine değişkenlikten bahsederek inmiş ayet ama günlerin aramızda dönüp durması bu manada da çağrışım yapmıyor mu?

Öyleyse bugün yaşadığımız durum ne kadar umutsuz gibi gözükse de, biteceğini bilmek, geçeceğini düşünmek insana huzur verir ve yeniden umut katar. Ya da bugün yaşadığımız olumlu anlamda her şeyin(zenginlik, sıhhat gibi) bir gün değişebileceğini düşünmek nimete şükretmemizi kolaylaştırıp,nankörlük edip şımarıklık yapmamızın da önüne geçer. Çocuklar da bugünler içerisinde değişip duracak elbet. Bir gün 4 yaşına yakın oğlu olan bir kadınla tanıştım ayak üstü. Çocuğun hiç yemek yemediğinden bahsetti, zayıftı da gayet çocuk yemediğini ispatlarcasına. Aynı şeyleri tecrübe ettiğimi ve çocuk ilk kez “ben açım” dediğinde ne kadar şaşırdığımı, çünkü eskiden “daha dün yemek yedim ya” diyerek günlerce aç kalabilen bir çocuk olduğunu anlattığımda “o günleri görebilecek miyiz gerçekten?” dedi şaşkınlıkla kadın. İşte Allah günleri öyle çevirip duruyor aramızda.

O anları yaşarken önemli olan nerede ve nasıl durduğumuz, nasıl tepkiler verdiğimiz. Geçiyor, her şey geçiyor. Hani Karakoç’un dediği gibi : “Süt içerdin gündüz gece/unuttun ya büyüyünce”.Geçiyor, geçecek. Geçene kadar sabır ve şükür olan dinin iki ipine sıkı sıkı tutunmak gerek…

Ya Bizim Duygularımız?

Bir önceki yazıda çocukların duygularını ifade etmelerine fırsat tanımak gerektiği üzerine yazmışken, yeri buraya da geldi. İnsan olmanın gereği bütün duyguları taşıyoruz, fakat bunları göstermeye gelince çekiniyoruz. Herkesin içinde ağlayamıyoruz mesela “tuh rezil oldum”diyoruz. Oysa gülmek kadar doğal değil miydi ağlamak? O da bizim duygumuzu dışa vurma şeklimiz değil mi? Sinirlendiğimizde aslında öfkemizi dışa vururken yüzümüzün, kaşımızın gözümüzün nasıl hal aldığının farkındayız da, başkalarının yanında bundan sebep öfkelenemiyoruz. Dışa dönüklüğü bırakıp eve dönelim şimdi, çocuklarımıza…

“Çocuğun psikolojisi bozulur beni ağlarken görmesin” diyor bir anne. Ya da yanında bir arkadaşının, kendisiyle dertleşirken ağlamasına fırsat vermiyor. Öfkelendiğinde çocuğa tepki veriyor, sonra gidip özür diliyor: “Affedersin, öfkelenmemeliydim, sana bağırdım kusura bakma”. Kahkahalarla abartarak gülmeyi şanına yakıştıramıyor bir baba, otoritesi bozulur sanıyor. Çocuk bazen öyle şirin davranıyor ki, az önce kızdığı için şimdi öpemiyor “tutarsız davranmamak” için ebeveyn. Oysa o an hissettiğimiz duygular neyse bunları dışa vurmakta çekinmemeliyiz. (Tabi yine makul şartlarda, öfkemizi dışa vurmak için çocuğu dövmek duyguyu ifade etme biçimi değildir zira.) Çocuk psikolojisi gerçekten önemli bir alan ama böyle gerekli gereksiz yerlere sokuşturunca anlamını yitirdiği gibi, manasız da oluyor. Sen bir insansın ve taşıdığın duyguları karşındaki minik insan da taşıyor;her ne kadar ifade ediş biçiminiz farklı olsa da. O yüzden ağlamayı da bilmeyi gülmeyi bildiği kadar, birlikte sevindiğiniz kadar birlikte üzülmelisiniz de, kızmalısınız da yeri geldiğinde tolere ettiğiniz gibi.

Bazen bazı videoları seyrederken büyük oğlan yüzüme bakıyor, özellikle gözlerime. Tepkimi ölçmeye çalışıyor o an, robot gibi mi durmalı çocuk etkilenmesin diye? Çocuk etkilensin, ortada üzücü bir durum var ve ağlanacak olaylar. Öyleyse üzüldüğümü dışa vurmalı ve gözyaşları ile bunu ifade etmeliyim. Ve aynı şekilde çocuk bir şeye üzüldüğünde bunu gözyaşları ile dışa vurabilsin. Peygamberin(s.a.v.) koca bir ümmet içinde sakalı ıslanana kadar ağladığını okumadın mı hiç? Ve sahabilerin de koca koca adamlar olarak hıçkırıklar içinde ona eşlik ettiğini? Kızdığında yüzünün kıpkırmızı olduğunu ve sinirlendiğini işte böylece sahabenin anladığı bir Peygamber(s.a.v.) örnek benim önümde; ve dahi çocuklarımın da önünde…

Büyük oğlanın okulda ağlayası gelmiş bir gün olayı hatırlamıyorum şimdi.” Bana gülerler diye ağlayamadım” dedi. “Gülerken çekiniyor musun arkadaşlarından” dedim, hayır dedi. Öyleyse ağlarken neden çekindin? Çünkü cevap basit: Dalga geçerler! Be-bek be-bek ağlıyorrr derler evet. Çünkü toplumu değiştiremiyorsun, yaşadığın çevreyi de. Değişime sen evinden başla diyorlar ya, sen başlıyorsun da etraf başlamayınca olmuyor. Sen duygularını ifade etmekten çekinme derken, akran zorbalığına henüz yedi yaşında maruz kalan bir çocuk ağlayamıyor bile. Oysa Müslüman ümmetin çocukları böyle olmamalı. Anneler duygularını çocuklarının yanında rahatça ifade edebilse, toplumsal algıları değil, Kuran ve Sünneti referans alsa, çocuklarına da aynı şekilde duygularını ifade edebilmeleri olanağı tanısa…

Bu ara duygulara takmış olabiliriz evet : (

Duyguları İfade Edebilme

“Üç çocukla blog tutmak senin neyine?” diyebiliriz tabi aradaki zaman farkının nedeni olarak. Bu süreç içerisinde yazılarımızı dört gözle bekleyen, mesaj atıp hal hatır soran sadık okurlarımıza da teşekkürü bir borç biliriz(Yazar burada,her bloggerin yaptığı gibi mübalağa sanatını kullanmış, arayan iki üç kişiyi, iki üç yüz kişi  göstermeyi başarmıştır!).

  • Kardeşi doğduğundan beri yanında kıskançlık kelimesini hiç kullanmadık ve kullandırtmadık da. Bu yüzden bunun farkın varamadı ve kardeşini hiç kıskanmadı. Çok iyi anlaşıyorlar.
  • Oyuncak kavgası çıktı, eline alamayınca istediği oyuncağı ağlamaya başladı. Ben de ona “Sus bakayım.Erkek adam ağlar mı hiç!” dedim.
  • İstediği bir oyuncağı almadık diye kendini yerlere atıp bağırıyordu, neden bu kadar çırpınıyor diye susturmaya çalıştım, bir tane de ben çaktım “hadi şimdi ağla bakalım dedim!”.
  • Oyun oynarken çığlık çığlığa bağırıp deli kahkahalar atıyordu.” Ne var bunda bu kadar gülünecek biraz sessiz ol” dedim, kıstım sesini.
  • Anneanne/babaannesi geldiğinde hareketleri değişiyor bir şımarıyor, kendinden geçiyor çocuk. “Şımarma otur yerine” diyoruz ama babası bile gelse eve aynı, sanki her gün evdeki adam değil.
  • Çizgi film izlemek istedi, olmaz deyince “senden nefret ediyorum” dedi. Bana!? Bana bana!?Annesine!? Allah seni taş eder dedim.
  • Gece yatağımıza gelip canavar geliyor korkuyorum filan diyor.”Canavar diye bir şey yoktur saçmalama hem erkek adam korkak olmaz” diyoruz gönderiyoruz yatağına.

Benzer senaryoları belki de aynılarını yaşadığınız anlar hiç olmadı mı hadi itiraf edin. Bütün örneklerde aynı mana yatıyor: Çocuğun duygularını ifade etmesine müsade etmemek. Bir yetişkin olarak nasıl öfkeleniyorsak, seviniyorsak, üzülüyorsak, bazen anlatılan bir fıkraya tebessüm ederken bazen kahkahalarla gülüyorsak, aldığımız acı bir habere ya da bizi mutsuz eden en ufacık bir olay karşısında höyküre höyküre ağlıyorsak, kendisi de bir “insan” olan çocuğun aynı şeyleri yapmasına yani “hissetmesine” neden izin vermiyoruz? Çocuğu sen doğurmuş olabilirsin ama çocuk sen değil, sen de çocuk değilsin. Sana göre ortada o kadar büyütülecek bir mesele yok gülmek ya da ağlamak, ya da sinir krizlerine girmek için diyelim. Fakat sen o çocuğun ne hissettiğini nereden biliyorsun? İç dünyasında o olaya yüklediği anlamı ve bundan sebep verdiği tepkinin farkında mısın? Ve bugün küçücük bedenine hükmettiğini sandığın yanılgısı gibi, duygularına da ket vurabileceğin ve hükmedebileceğin yanılgısı içerisinde iletişim kurduğun o minik çocuk var ya, (sana bir sır vereyim) BÜYÜYECEK! Sen onunla iletişim kurmaya çalışacaksın, duygularını öğrenmek,ne düşündüğünü bilmek isteyeceksin ama zamanında bunları açığa vurmasına fırsat vermediğin için, senin istediğin zaman da o fırsatı, o sana vermeyecek. Ne kadar acı?!

Galiba en büyük hatayı şu iki noktada yapıyoruz: Çocuğun bir insan olduğunu ve bizden bağımsız olduğunu unutarak; ikincisi de empati kuramayarak. Bunu genelde (hep aynı noktaya değiniyorum ama affen) çocukluğunu yaşamadığından, o günleri ve o günlerdeki hislerini de hatırlayamayan ebeveynler yapıyor. “Ben şimdi  çocuk olsam, bu bana yapılsa ya da ben bu olayı yaşasam ne hissederdim?” Çok beğendiğin bir bebeği almasalar, çok üzülürdün, arkadaşının biri sana aptalca şakalar bile yapsa kahkahayla gülerdin(bkz: yetişkin gözüyle “aptalca” dedim. Oysa çocuk gözüyle çok süper! Geçenlerde büyük oğlan espri mahiyetinde bir hareket yaptı bize, anne baba olarak gülmediğimiz gibi neresine gülecektik orayı bile anlamadık. Ortanca kızçeye yaptı aynısını, kahkahadan patlayacak çocuk. Biri ne yaptı, öteki ne anladı da güldü muamma!). Bunu beceremiyorsak bile, onun başka bir insan olarak farklı tepkiler verebileceği fikrini aklımızın bir köşesinde diri tutmak gerekir.

Önemli olan dışa vururken bu duyguları adab-ı muaşeret çerçevesinde yapmaktır da aynı zamanda. Öfkelendi diye kalkıp vurmak ya da bir şeyler fırlatmak kabul edilebilir değil. Ya da bir kütüphanede okuduğu kitapta ona komik gelen bir hikaye için insanları rahatsız edecek derecede kahkahalar atamaz gibi gibi…Burada peki ne yapmalıyım derseniz pedagogların devamlı tavsiye ettiği şey: “Seni anlıyorum şu an kızgınsın, seni anlıyorum çok korktun, seni anlıyorum çok üzülüyorsun” gibi, duygularını dışa vurmasına kelimelerle yardımcı olmak ve aslında onu anladığınızı ifade etmek. Burada olay bu kadar naif değil malumunuz. Bir markette istediği abur cubur alınmadı diye kendini yerlere atan bir çocuğun yanına usulca eğilip”seni anlıyorum almıyoruz diye çok üzüldün, çok kızdın” filan diyebilen nadide anneler el kaldırsın. Çocuğu yerden kaldırmaya çalışan,başaramayınca etrafa rezil olma korkusuyla istediğini alan anneler de el kaldırsın. Dikkat, şimdi daha uygulanabilir ve makul ve yapılası hareket geliyor. Çocuğun yanından sizi görebileceği ve sizin de onu görebileceğiniz bir mesafe kadar ayrılmak ve bu çocuk da kimin böyle acaba diye etrafa şaşkın şaşkın bakmak. Evet, başardınız olması gereken bu! Çocuk duygularını ifade ediyor mu? Evet, deli gibi çırpınıyor. Müsade ettik ama müdahale etmedik işte daha ne olsun! Yeterince ifade ettiyse duygusunu sıradaki duyguya geçebilir: Annem dediğimi yapmayacak belli, yerlere yatmak da çözüm olmadı, durumu kabullenmek en iyisi. Bir daha da kendimi yerlere atmıyım yaa, ne dediğim oluyor ne bi kaldıran filan desin çocuk. Bazı çocuklar için ilginin iyisi kötüsü yoktur, sen ” ne oldu yavrum ” modunda konuşmaya devam ettikçe, seni tabi anlıyorum vs. dedikçe, ses tonunun artacağından endişe ediyorum çocuğun. Nasılsa ilgi çekiyorum biraz daha bağırayım! 

Kıskançlık meselesine de ayrıca değinmem lazım, tek çocuklu ev nadiren bulunduğu için bu konu ayrıca kitap olarak bile yazılmış bir konu malum. Çocuk kardeşini kıskanacak, kıskanmıyorsa ortada bir anormallik olduğunu ve bu duygusunu bastırmaya  çalıştığını düşünürüm şahsen. İkinci çocuğa hazırlandığım dönemde okuduğum bir kitapta şöyle bir tespite rastlamıştım. Çocuk kardeşini çok seviyor sürekli öpüyorsa, bu da kıskançlık belirtisi olabilir. Anne-babanın ilgisini çekmek için yapılan bir hareket ya da o bebeğe karşı duyguyu öfke karışımı kıskançlığı bastırma çabası. O zaman iki çocuklu olduğumda şahit olmadığım bu olaya, üç numara aramıza katılınca şahit oldum. Ne zaman birisi ufaklıktan bahsedip “ne şirin” filan dese, anında gidip öpüyor sarılıyordu ablası(-du mu dedim ben? Hala aynı da neyse). İnsan bazı şeyleri yaşadıkça, tecrübe ettikçe olgunlaşıyor ve fikirleri değişip oturmaya başlıyor zannımca. Birine sarılırken diğeri koşarak gelirse “kıskandın mı” diye soruyorum.(bunu ilk ikisiyle yapmazdım mesela.Ama yapmam gerektiğini düşündüm ve hissettim. Kıskanmalarının normal olduğunu ama hepsini de eşit derecede sevdiğimi vurguluyorum. Şimdi artık büyük oğlan, küçüğü ne zaman kucaklasam “anneee kıskanıyorum bak ama ” deyip kucağıma geliyor. Oysa önceden uzaktan bakardı tip tip.) Duygularını ifade etmeleri bizim açımızdan da aslında daha kolay ve güzel olmalı. Çünkü duyguyu bilirsek, neyle karşı karşıya olduğumuzu ve neyle baş etmemiz gerektiğini de biliriz. İşte bu yüzden, belki de ebeveyn olarak , çocukların duygularını dışa vurmaktan korkmamızın en büyük sebebi, bu duyguları öğrendiğimizde ona nasıl muamele edeceğimizi ve bu duyguların üstesinden nasıl geleceğimizi bilmemek sanırım. Öyleyse olayın bu kısmına yoğunlaşalım ve kendimizi bu konuda geliştirelim.

Ama ne olursa olsun, çocuklarımızla iletişimimizi koparmayalım.

Yazıyı tekrar okuyunca, eksik gördüğüm çok nokta oldu ama yazı çok uzayacak. Kısaca şuna da değineyim, çocuk eve birileri geldiğinde şımarmıyor aslında mutlu oluyor. Evet, bütün gün görmediği babası geldiğinde aynı sevinçten öyle davranıyor. Çocukların duygularını ifade etme şekli bizimkinden elbette farklı olacak, yoksa bizim adımız da “yetişkin” olmazdı. Biz duygularımızı yönetmeyi biliyoruz ama çocuklar bunu henüz yapamıyor(Hoş,bazı yetişkinler de yapamıyor da o yüzden onlara “çocuk gibi bu yaa” diyorlar).

Biz de iletişimi koparmayalım sayın okur, öyle birkaç hafta ortalıkta yoktuk diye bizi bırakıp gitme. Kim bilir, gidişimiz sessiz sedasız oldu ama dönüşümüz muhteşem olabilir….